Faruk TÜRKOĞLU
Cumhuriyet döneminin ilk 60 yılında imalat sanayisi dalları hafif ve ağır olmak üzere iki ayrı grupta sınıflandırılırdı. Entegre demir-çelik tesisleri, taşıt araçları imalatı, kimya tesisleri, cam ve çimento fabrikaları, petrol rafinerileri, makine imalatı ve elektrikli cihazlar ‘ağır sanayi’ grubundaydı. Bu sektörlerin en ileri teknolojileri kullandığı kabul edilirdi. En prestijli sanayi dalı makine yapan makineler sektörü idi. Çok sayıda işçi çalıştıran ve büyükçe bir kasaba kadar yer kaplayan rafineriler ve demir-çelik fabrikaları görenlerin göğsünü kabartırdı. Ekonomilerin en eski dalları olan tekstil ve gıda sektörleri ‘hafif sanayi’ diye adlandırılır, bunlara yalnız yaygın istihdam sağladığı için değer verilirdi.
SANAYİDE YENİ SINIFLAMA
Bu sınıflama geçen yüzyılın 80’li yıllarından itibaren değişmeye başladı. Yeni dönemde imalat sanayisi dört farklı lige ayrılmıştı. Yüksek teknolojili ürünler liginde bilgisayar, ilaç, tıbbi ve optik enstrümanlar, havacılık- uzay, telekom ve televizyon imalatlarını kapsıyordu. Dijital cihazlarda kullanılan çiplerin, yarıiletken parçalardan ve birleşik devrelerden oluşan yapı taşları da bu grupta yer alıyordu.
Makine sanayisi, otomotiv ve diğer taşıt araçları, kimyasal ve elektrikli makineler artık ağır sanayi sayılmıyor, yeni oluşturulan ‘ orta-ileri teknoloji’ sınıfına dahil ediliyordu. Bir zamanları sanayinin ağır topları sayılan rafineriler, demir-çelik tesisleri, metal eşya, cam, çimento ve seramik fabrikaları, imalat sanayisinin üçüncü kümesine kadar düşmüşlerdi. Bu gruba orta düşük teknoloji adı verilmişti. Sanayinin son ve dördüncü sınıfında ise düşük teknoloji ile üretim yapan gıda, tekstil, tütün, kağıt basın yayın ve geri kazanım sektörleri vardı.
YÜKSEK TEKNOLOJİDE SIKINTI VAR
OECD’nin (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı) belirlediği ‘dörtlü sınıflama’ tüm ülkelerde ve bu arada Türkiye’de de benimsendi. İmalat sanayisi üretiminin ve ihracatının bu sınıflamaya göre bölümlenmesi önce yıllık programlarda yer aldı. Daha sonra Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) haber bültenlerinde dış ticareti dörtlü ayrıma göre sınıflandırdı. En son İstanbul Sanayi Odası da (İSO) 500 Büyük Şirket araştırmasında bu sınıflamayı kullandı.
Bu sınıflama ile ilgili veriler incelendiğinde özellikle yüksek teknolojili üretim açısından durumun pek iç açıcı olmadığı ortaya çıktı. Onbirinci Beş Yıllık Plan’da yer alan resmi istatistiklere göre, sanayi ihracatı içinde yüksek teknolojili ürünlerin oranı yüzde 3.2 idi ve 2023 yılında bu oranın yüzde 5.8’e yükseltilmesi hedeflenmişti. Ancak Onuncu Plan’da da 2012’de yüzde 3.7 olan bu oranın yüzde 5.5’e çıkarılması hedeflenmiş, ancak geçen 7 yıl içinde bir iyileşme görülmemişti. Resmi istatistiklere göre bu oran dünya ülkeleri ortalaması olan yüzde 24’ün çok altındaydı. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunluğunda bu oran Türkiye'deki orandan daha yüksekti.
Türkiye, orta yüksek teknolojili ürün ihracatında son 10 yılda aşama kaydetmişti ama yüksek teknolojide atılım yapmadan cari işlemler açığının kalıcı olarak azaltılması ve istikrarlı büyüme ortamına ulaşılması zor olacaktı. Çünkü buzdolaplarından cep telefonlarına, otomobillere kadar ileri elektronik ürünlerinin ve yüksek teknolojiye sahip sensörlerin kullanımı yaygınlaşmaktaydı. Yüksek teknolojili üretimde belirli bir düzeye gelmeden diğer sektörlerin ihracatında kalıcı bir iyileşme sağlamak giderek zorlaşıyordu.
STRATEJİ DEĞİŞİKLİĞİ ŞART
İhracatın teknoloji düzeyine göre dağılımı ile ilgili değerlere bakıldığında da olumsuz tabloda bir değişiklik ortaya çıkmıyordu. Ekonominin daraldığı bir dönem olan 2019’un ilk sekiz ayında yüksek teknolojili ürün ithalatı 14.9 milyar, ihracatı ise 3.6 milyar dolardı. 2018’de bu tür ürünlerde ithalat 23.7 milyar, ihracat 5.5 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmişti. Ekonominin yüzde 7’nin üstünde büyüdüğü 2017’de ise yüksek teknolojili ürünlerde dış ticaret açığı daha büyüktü ve ithalat 28.8 milyar, ihracat 5.7 milyar dolar olmuştu. İhracat içinde yüksek teknolojili ürünlerin oranında yaklaşık 15 yıldır önemli bir artış sağlanamaması nedeniyle teknoloji stratejisinde değişiklik yapılması bir zorunluluk haline geldi.
20 YILLIK YOL HARİTASI
Esasında Türkiye ekonomisinin yönetenler 90’lı yılların başından itibaren teknoloji alanında atılım yapmayı amaçlamışlardı. TÜBİTAK, 2003’te 20 yıllık bir yol haritası hazırlamış ancak bunun uygulanmasına başlanamamıştı.
Son 25 yılda Türkiye’nin büyük üniversitelerinde teknoparklar ve teknoloji merkezleri kuruldu. Bakanlık verilerine göre 2019’da Türkiye’de 83 teknopark var. Teknopark bulunan şehir sayısı ise 55. Özel şirketlerde araştırma ve geliştirme faaliyeti artış eğilimine girdi. Teknoloji alanında start-up diye adlandırılan çok sayıda yeni şirket genç girişimciler tarafından kuruldu. Ancak parasal kaynakların ve insan zenginliğinin çok sayıda kuruma ve merkeze bölününce umulan teknolojik derinlik ve atılım istatistiklerin de gösterdiği gibi, gerçekleştirilemedi. İhracat içinde yüksek teknolojili ürünlerin oranı bir türlü yüzde 4’ü aşamadı.
Bu durumda kısa sürede strateji değişikliğine gitmek çözüm olabilir. Mevcut teknoparklar ve teknoloji merkezleri çalışmasına devam ederken, uygun bir kentte, iddialı, geniş araştırma ve laboratuvar imkânlarına sahip tek bir merkez kurulması atılım için gerekli altyapıyı sağlayabilir. Artık ulaştırma altyapısı belirli bir düzeye geldiği için bu alandaki ‘çılgın’ projelere harcanacak kaynaklar ileri teknoloji alanına yöneltilebilir. Genetik, biyoteknoloji, telekom, nanoteknoloji, yapay zekâ araştırmalarına ve uygulamalarına yeni bir hız ancak yeni bir strateji ile kazandırılabilir. Bu strateji ile üniversitelerdeki bilgi birikiminin, inovasyon ve ticarileştirme sayesinde ekonominin tümüm için bir gelir artışı kaynağı olması da amaçlanmalıdır.
DIŞ ÜLKELERDEKİ ÖRNEKLER
Benzer girişimler dış ülkelerde denendi ve teknoloji, bilgi ve inovasyon kentleri oluşturuldu. Güney Kore’de kurulmasına daha 1973’te başlanan Daedeok Innopolis’de 7 bini doktora derecesi almış 20 bin araştırmacı çalışıyor. Fransa’nın Antibes kentinde kurulan Sophia Antipolis’de çok sayıda bilim insanı ve teknik eleman araştırma ve üretim yapıyor. Hollanda’nın Eindhoven kenti yakınlarında kurulan Brainport (Beyin Limanı), binlerce teknik elemanın araştırmalar yaptığı bir merkez olarak dikkati çekiyor. Brainport’un üç büyük laborotuvarında, araştırmacılar serbestçe deney yapabiliyor, yeni oluşturulan ticarileştirme mühendisliği bölümü ise yeniliklerin pazara sunulması konusunda yol gösteriyor. Çin’den Finlandiya’ya, Hindistan’dan Brezilya’ya kadar her ülkede benzer kurum ve kuruluşlar belirli bölgelerde ve kentlerde faaliyet gösteriyor.
YENİ BİR HİKAYE
Silikon Vadisi ve diğer başarılı örnekleri taklit etmek yerine Türkiye’nin koşullarına ve potansiyeline uygun bir mega teknoloji merkezi kurulması, yapısal değişim yolunda çok önemli adım olabilir. Türkiye’nin yeni bir büyüme stratejisine, ekonomide yeni bir gelişme heyecanı yaratacak bir ‘hikâye’ye ihtiyaç duyduğu bir dönemde teknoloji atılımı büyük yarar sağlayabilir. Ekonominin tümü dikkate alındığında belirli bir sektördeki sermaye birikiminin, teknolojisi daha yoğun yeni sektörlere akması büyüme ivmesini güçlendirir. Sanayide elde edilen sermaye birikiminin önemli bir bölümünün lüks konut inşaatına ve AVM yapımına aktığı Türkiye’de teknolojik yoğunluğu yükseltme görevini ister istemez devlet üstlenmek zorundadır. Teknoloji atılımı konusuna iktidar da muhalefet partileri de de sahip çıkmalı, Türkiye ekonomisinin önünün açacak yatırım projeleri için stratejiler ve politikalar geliştirilmelidir. Bu tür bir atılımın ancak demokrasinin derinleştirildiği özgür bir ortamda tam anlamını bulabileceği de hiç unutulmamalıdır.
https://www.dunya.com/ekonomi/turkiye-yeni-yol-hikayesini-yuksek-teknoloji-ile-yazmali-haberi-456028