Daha önce bazı okuyucularımdan uyarı almış olsam da bu yazıda çok kullanılacak olan birkaç İngilizce kelime için şimdiden özür diliyorum (Güldür Güldür Show’un ‘Plaza Dili’ oyununa da referans verelim bu çerçevede.)
İnsanın en önemli unsuru ruh olduğu gibi medeniyetlerin en önemli unsuru da software’dir. Medeniyetler software üzerinde kurulur ya da ‘medeniyetleri software kurar’ da diyebiliriz. Software insanların kafasındadır. Oradan davranış ve iş yapış biçimlerine yansır. Yazılı ve yazılı olmayan unsurlara sahiptir.
İnsanların ellerinin fiziksel çıktısı olan hardware (binalar, teknoloji ürünleri, giyim tarzı) medeniyetlerin software’inin sonuçlarındadır (tek sonuç değildir). Hardware görseldir; gözle görülür ve elle tutulur.
Bu iki unsur ve bunların arasındaki sebep sonuç ilişkileri daima karıştırılır. Daha gelişmiş medeniyetler daha az gelişmiş olanlar tarafından takip ve taklit edilir.
Çünkü, genellikle, ‘yüksek’ medeniyetlerin ‘hardware’ cinsinden dış görüntüleri daha az gelişmiş medeniyetlere göre daha çok çekicidir. Hangi medeniyetin daha ileride olduğu pek de kolay anlaşılmaz esasında. İnsanların büyük kısmı hardware bazlı düşündükleri için ‘ileri medeniyet” eşittir "gösterişli hardware” diye düşünür. Daha gösterişli hardware’i üretip daha gösterişli görünen bir ülke daha yüksek medeniyete sahiptir diye düşünülür.
Oysa binaların, elbiselerin, gereçlerin (hardware) görsel tarzı, belli bir software temeli üzerine kurulan medeniyetlerin sonucudur sadece. Bunun farkına varmayınca, gelişmek isteyen ülkeler gelişmiş olarak gördükleri ülkelerin hardware’ini taklit etmeye çalışırlar.
Basit bir örnek ele alalım. Bilim alanında gelişmek isteyen bir ülkenin gösterişli üniversite binaları inşa etmeye çalışmasını düşünelim. Üniversitenizin binaları Harvard’dan daha gösterişli olsa da Harvard’ın yayın performansına kavuşamayabilirsiniz. Sebebi hardware’e yoğunlaşıp o hardware’i üreten altyapı olan software’i göz ardı etmenizdir. Sonuçta, Harvard’dan daha iyi binaları ortaya çıkartabilirsiniz ama Harvard’ın ürettiği bilimi üretemezsiniz. Zira ‘Harvard’ı’ ortaya çıkartan hardware- software uyumunu yakalayamamışsınızdır.
İşte bir başka bildik örnek: 1970 ve 1980’lerde futbolda oldukça başarısızdı Türkiye ve ‘neden başarısısız?’ sorusunun cevabı genellikle ‘tesis yok’ olurdu. Öyle ya, Avrupa’da muhteşem futbol tesisleri varken bizde yoktu. Şimdi Türkiye’de de Avrupa’yı aratmayan tesisler var ama yine başarısızız. Hardware yeterli olmadı.
‘Kalkınma’ süreçlerindeki başarısızlıkların neredeyse tamamı, kalkınmaya çalışan ülkenin kalkınmış sayıp yakalamaya çalıştığı ülkedeki software’i farketmeyip (çözümlemeyi bırakın çözümlemeye dahi çalışmayıp), hardware’e yoğunlaşmasıdır. Sonuçta, bildiğimiz gibi, dünya tarihi kalkınma enkazları tarihleriyle doludur. Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye’nin ‘batılılaşma’ macerasında karar alıcı ve aydınlar büyük ölçüde hardware’e yani şekle yoğunlaştılar. Bu karar alıcılar, görüntüyü imite etmenin, o görüntüyü üreten medeniyeti (software’i) de üreteceğini varsaymış olmalı. Ya da sürecin bu kısmını hiç düşünmediler. Dahası, hem
Osmanlı İmparatorluğu hem de Türkiye’de, kurumların temelini oluşturan yazılı kuralları (kanun ve mevzuat) da büyük ölçüde tercüme ettik. Ama bu tercümelerden de ‘randıman’ alamadık. Şu anki AB süreci de bundan pek farklı değil. Acquis’leri tercüme ediyor uygulamaya koymaya çalışıyor Türkiye. Kalkınmayı ‘şekli tercüme etmeye’ indirgeyen sadece Türkiye değil; aynı durumda olan, AB’ne girmiş ve girmemiş başka ülkeler de var.
Sonuç ve özet; software’e yoğunlaşalım hardware tabii olarak takip edecektir.