Okuma sevgisi ve alışkanlığı müfredatımıza girmeden, okuma ihtiyacı, okuma alışkanlığı, okuma fedakârlığı doğar mı? Necip Fazıl, ‘Talebe istemez, istettirilir’ diyor, ilave edip soruyordu: ‘Siz ilacı, iğneyi, şurubu isteyen çocuk gördünüz mü?’ Nerede, hangi şartlarda olursa olsun, insan günde yarım veya bir saatini okumakla geçirmeli.
Zaman zaman daha önce okuyup altını çizip yanına not düştüğüm kitaplarımı gözden geçiririm. ‘Döne döne okumak’ tavsiyesini yerine getirir, okuma malzemelerimi elimin altında, masamın üzerinde bulundururum. Bilhassa her an elimizin altında müracaat kitabı gibi görmemiz gereken Kur’an-ı Kerim (meal/tefsirli olursa daha iyi olur) başta olmak üzere, hadis-i şerif kitapları (Hadislerin kısmen sebebi vürudlarıyla, açıklamalarıyla, hadis sonuna konan ‘Hadisten Öğrendiklerimiz’ bölümüyle Riyâzü’s Sâlihîyn 8 cilt Erkam Yayınları) olmazsa olmaz tercihimizdir.
Yazın rehavetinden kurtulup yuvamıza döndüğümüz, eğitim-öğretime başlanan şu günlerde bizler de evimizde her gün muntazaman bir ‘okuma programı’ başlatabiliriz. Meselâ her gün 10 sayfa kitap okuyan bir insan, ayda 300 sayfalık bir kitabı bitirebilir. Bu da senede 12 kitap eder. Lise ve üniversitedeki 8 yıllık tahsil hayatında 96 kitap eder (Dikkat edilirse ilköğretimdeki okul hayatı bu hesaba dâhil edilmemiştir). 96 kitap küçük bir kütüphane demektir. Bu 96 kitap itina ile seçilmiş kitaplardan oluşursa, okuyanı kültürlü bir insan durumuna getirir. Okuma faaliyetini ömür boyu olarak değerlendirir ve bir insanın ortalama 70 yıl yaşadığını, 15 yaşında da kitap okuma alışkanlığı kazandığını kabul edersek 55x12=660 kitap okumuş olur. Bu 660 kitabı günde 10 sahife okumakla bitirmiş olur. Diğer bir ifade ile günde 20 dakikacık bir okuma neticesinde bu rakama ulaşır. Fakat ne hikmettir ki 24 saatin içinde 20 dakikacık okumaya zaman ayıramıyoruz.
Bu hususta en ciddi sıkıntı programsızlıktır, kararsızlıktır. "Zamanım yetmiyor, 24 saat bana kâfi gelmiyor” diyen kişi en azından plansızdır, programsızdır. Çünkü Allah herkese bir günü eşit ve 24 saat olarak vermiştir. Kimisi bu vakti plan, program, şevk ve iyi niyetle bereketlendirir. Kimisi de sadece yakınır, mazeret bulur. Peki yüzlerce eser verenler bu zamanın dışında mı yaşıyorlar, yoksa yeni bir zaman mı icat ediyorlar? Hayır hayır, sadece zamanı iyi kullanıyorlar, mazeretlere de sığınmıyorlar.
"Allah katında amellerin en makbulü az da olsa devam üzere yapılanıdır” Hadisini unutmadan okuyalım.
Muteber siyer kitapları (Rasulüllah Efendimiz’in hayatını tebliğini, sünnetini, yaşayışını, ferdî-sosyal-siyasi-iktisadi vs. ashabını öğreten, anlatan, yaşatan kitaplar) okuma listemizin üçüncü sırasındaki yerini almalı. Sonra seviyemize göre tarihi, kültürel, fikrî, edebî, ilmî, vs...
Okuma alışkanlığı âdeti, geleneği, birikimi olmayan insanımız TV, internet bağımlısı durumuna düşüp kaybolup gitmiştir. Bir yazar dostumuz "Her gün saatlerce uğraşıp yazı yazıyoruz. İnsanımız beş dakikalık bir okuma zahmetine katlanmıyor! Yıllarımızı verdiğimiz kitaplar için birkaç saat ayıramıyor. Vakit azlığını da mazeret olarak gösteriyor” diye dertlenmişti.
"Kitap; susturduğunuz zaman sessiz, konuşturduğunuz zaman konuşan, meşguliyetiniz varken sohbete başlamayan, çalışma zamanında sizi yalnız bırakan, kendisi için giyinip süslenme ve utanıp sıkılma zahmetine sokmayan bir gece misafiri; yüzünüze karşı dalkavukluk etmeyen bir arkadaş; azdırıp sapıtmayan bir dost, bıktırıp usandırmayan, münafıklık yapmayan ve size karşı yalan söyleyip dolap çevirmeyen bir yoldaştır. Seninle birlikte yatıp kalkan ve sadece senin hoşlandığın şeyleri konuşan, sır sahibinden daha fazla sır saklayan, emanet sahibinden fazla da emaneti muhafaza eden başka bir uysal dost var mıdır? Onun kadar iyiliksever bir komşu, insaflı bir dost, itaatli bir arkadaş, mütevazı bir hâldaş, bıktırıp usandırmayan, kötülük yapmaya imkân vermeyen ve kavgadan uzak tutan birisini tanımıyorum” ifadeleri de ‘kitab’ın özelliklerinden...
Okumayı, eğlencelik, uykumuz gelmediği zaman elimizde bizi uyutan bir nesne gibi göremeyiz. Okumak, ciddi bir iştir çünkü. Okumayı ciddiye almadığımız zaman, ona ayıracak zaman da bulamayız. Ciddiye alınmayan hiçbir şeye vakit bulunamaz! Dirsekleri masaya dayamadan okuma olmaz. "Dirsek çürütme” tabiri boşuna söylenmemiştir.
Okumak tekâmülün en önemli şartıdır. Okumaksızın ne ilim olur, ne irfan olur, ne kalkınma, ne de gelişme... Maddi kalkınma, okumadan olursa, her kalkınmanın altını oyan, eline kitap tutuşturamadığımız neslin eline bombayı vermişiz ki, kalkınmayı ortadan kaldırsın diye.
Okuma meselesini halletmeden diğer meselelere sıra gelmez. Eğitim öğretim dönemi başladı. Parlak nutuklar atıldı, güzel ‘dilek ve temenni’lerde bulunuldu. Yetkililere (Milli Eğitim Bakanı dahil) bir teklifte bulunayım. Birincisi, mezunlarımıza sadece ‘okuma alışkanlığı’ ve yaşadıkları ‘güzel ahlâk’ verelim yeter. Kariyerden de, kazandıkları kaliteli okullardan da, öğrendikleri yabancı dillerden de önemlidir.
İkincisi, tahsil hayatları müddetince her sene seviyelerine göre (meselâ on kitap) okutturulsa (12 yıl mecburi eğitimde) 120 kitap okutturulmuş olur. Bir de bu kitapların, seçme yazarların seçme kitapları olduğunu düşünürseniz neler elde edilmez memleket ve millet adına. ‘Okunacak şeyi seçmenin, ruhun gıdasını seçmek demek’ olduğunu da unutmayalım. Denir ya: Besleyemiyorsan hiç değilse zehirleme!
Okumaya bizim kültürümüzün verdiği önem ve değer, hiçbir kültürle kıyas olunamaz. Buna rağmen okuma tembeliyiz. Diğer ülkelere göre de okuma sıramız iyi değil. Bunun sebebi; okuma yazma faaliyetine değer vermeyen bir hayat tarzını, bir "dünya görüşü” olarak benimsemiş olmamızdır. Kültür politikamız böyle bir dünya görüşüne dayanıyor çünkü. Zannetmişizdir ki; çağın medeniyet anlayışı paradan, teknikten, konfordan ibaret!
Okuma sevgisi ve alışkanlığı müfredatımıza girmeden, okuma ihtiyacı, okuma alışkanlığı, okuma fedakârlığı doğar mı? Necip Fazıl, ‘Talebe istemez, istettirilir’ diyor, ilave edip soruyordu: ‘Siz ilacı, iğneyi, şurubu isteyen çocuk gördünüz mü?’
Nerede, hangi şartlarda olursa olsun, insan günde yarım veya bir saatini okumakla geçirmeli. Sabahleyin veya akşam yatmadan önce okumayı alışkanlık hâline getirmelidir. Bu zamanla öylesine alışkanlık hâline gelir ki, yiyip içmekten vazgeçemediğimiz gibi, okumaktan da vazgeçemeyip bu alışkanlığımız hayatımızın bir parçası olur. Boş insanlar vakitlerini nasıl geçireceklerinin sıkıntısıyla kıvranırken, okuma alışkanlığı kazananlar vaktin nasıl geçtiğinin farkına bile varamazlar.
Kitap; ümmi de olsa insanımızın yüreğinin derinliklerinde silinmez bir şekilde yer etmiştir. Onun için bir mesele olduğunda "Allah’ını, kitabını seversen...” diye yemin verdirir insanımız. Hakaretlerin, küfürlerin en ağırı "Kitapsız” kelimesidir kültürümüzde. C. Meriç de sorar "Her medeniyet bir kitaba dayanır. Senin kitabın hangisi?” diye.
Yine bizim Osmanlı kültüründe "Mecanin-i Kütüp” kitap delisi, "Muhibban-i Kütüp” gibi kitapsever tabirleri vardır.
Zamanımızı, en asil alışkanlıklardan, en güzel tiryakiliklerden olan "kitap okuma alışkanlığı” veya "kitap okuma tiryakiliği” ile değerlendiremez miyiz? Okumayı ve düşünmeyi hayatımızın bir parçası hâline getiremez miyiz?
Şimdi çok okuyalım! Unutmayalım ki mezarda okuyamayacağız!