Birkaç hafta önce İstanbul Sanayi Odası’nın meclis üyelerinden oluşan bir grup ile Kastamonu’daydık. İki gün süren yatırım fırsatları araştırması sırasında kente dair pek çok şey öğrendik. Türkiye’de kent dokusu, konak kültürü, yeşili ve doğal zenginlikleri nispeten iyi korunmuş ender illerden biri. Kentin yüzde 65’i ormanlık alan. 535 tane tescilli konağı var, her ne kadar TOKİ’nin kimliksizleştirmediği sayılı kentlerden biri olsa da yeni binalar zevksizliği gözü ısırıyor.
Karadeniz deyince akla hemen Trabzon, Rize gibi kentler gelir ancak Kastamonu 170 kilometrelik sahiliyle en az bu kentler kadar Karadenizli. Cide,Abana, İnebolu gibi kıyı kesimleri deniz sevenlere,Ilgaz Dağı kayakçılara, ormanlık alanları ata binmekten hoşlananlara pek çok şey vaat ediyor. 12 kilometrelik uzunluğuyla dünyanın sayılı kanyonlarından biri olan Valla Kanyonu ne yazık ki hiç tanınmıyor.
Küre Dağları’nın batı kesimleri endemik bitki örtüsü, yaban hayatı, mağaraları, şelaleleriyle gerçek bir cennet. Burası Avrupa’da acil olarak korunması gereken doğal alanlar arasında ve 2000’den beri milli park statüsünde. 2012’de PAN Parks (Korunan Alanlar Ağı Parkları) listesine girmiş ki, Avrupa’da bu statüde sadece 12 park var. Küre Dağları’ndaki Valla Kanyonu’nun çıkışındaki Loç Vadisi de doğal güzellikleriyle değil ama yıllardır verdiği HES mücadelesiyle anılıyor. Üstelik HES karşıtı mücadelenin artık simgeleşmiş yerlerinden biri olan Loç’ta halk, yaşam alanlarına saldıran HES projesini engelledikleri için yargılanıyorlar.
Gelelim tarıma... Şehrin tarım, hayvancılık ve turizm potansiyeli yüksek. Ancak, tarım, Türkiye’de pek çok kentin en büyük avantajı olabilecekken, ciddi bir tarım politikasının olmayışı verimli toprakların giderek kaybolmasına neden oluyor. Yerli tohum, toprağı işleme, sulama konularındaki bilinç eksikliği de yine tarımın önündeki en büyük engeller. Orada öğrendik ki, yöresel Tosya pirincini bulmakta artık güçlük çekiliyormuş, Türkiye pirinci ithal ediyor. Acilen bu tür yerel üretimlerin artırılmasına ve pazarlanmasına yönelik çalışma yapılmalı.Taşköprü sarımsağı dünya çapında bir ürün ancak bunun da pazarlaması, tanıtımı çok yetersiz. Yine pek bilinmeyen üretimiyle, kesimiyle farklıpastırması da öne çıkarılacak ürünleri arasında.
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan da, bu konuya vurgu yaparak, "Tarımda katma değeri artırmak çağımızın tartışmasız en önemli zenginlik kaynaklarından bir tanesi olacak. Özellikle dışarıya bağlı kalmadan, ekonomimizin şu anda en önemli temel sorunu olan cari açığı en net bir şekilde tamamen kendi kaynaklarımızla, kendi kurmuş olduğumuz değerlerle, zenginleştireceğimiz bir tarım modeli hem Türkiye için hem de Kastamonu gibi şehirlerimiz için önemli fırsatları sunuyor. Bunun üzerine gitmemiz lazım” diyor.
Tarihi ve doğal zenginlikler iyi değerlendirilmediği için Kastamonu, İstanbul’a Sivas’tan sonra en çok göç veren ikinci şehir. Hedeflerde tutarlılık ve istikrar olmayışı, her gelen valinin başka bir konuya odaklanması sürekliliği bozuyor. Kentler hedeflerini katılımcı süreçlerle belirlemeli, her gelen yönetici de yeni bir hedef koymak yerine mevcut hedefleri devam ettirmeli. Bunun için tüm şehirlerin sorunu olan yerelden yönetim meselesi önemli.
Bir de rehberler, "Kastın neydi Moni” safsatasını anlatmayı bırakırsa tam olacak. Kentin adı Komnen Kalesi anlamına gelen Kastra Komneni’den geliyor. O tarihte bugün konuşulan Türkçenin konuşulmadığını düşünecek olursak, kentlere Türkçe isim bulma, İslamiyet öncesi tarihi yok sayma gibi hastalıklardan kurtulmak, efsanelerle bu uyduruk hikâyeleri karıştırmamak elzem. Yakın tarihe ilişkin Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı eserininKastamonu Lisesi’nde başından geçen ve çevresinde gerçekleşen olaylardan doğduğunun anlatılmaması da bir o kadar garip değil mi?
http://www.taraf.com.tr/yazilar/pelin-cengiz/kastamonunun-gor-dedikleri/30169/