Bürokrasi iyi midir?
Kimilerine göre evet.
Çünkü kurallar olmadan düzen, denetim olmadan adalet olmaz.
Peki bürokrasi kötü müdür?
Kimilerine göre yine evet.
Çünkü kuralın fazlası üretkenliği öldürür, denetimin fazlası güveni yok eder.
"Sana göre sorunun cevabı nedir" diye soranlar ise, bir bürokrat ve şu anda diplomatik görevde bulunduğumu düşünerek cevabımı tahmin edebilirler. Bürokrasi, benim için ne mutlak bir "engel”dir ne de mutlak bir "çözüm”. O, devletin ruhudur; ama ruh, bedeni taşımakta zorlanıyorsa yeniden düşünülmelidir.
Patrick Bernau’nun Almanya Bürokrasi Cumhuriyeti: Aşırı Düzenlenmiş Bir Devletten Rapor / Bürokratische Republik Deutschland. Report aus einem überregulierten Staat) adlı kitabı, C.H. Beck yayınevi tarafından 18 Eylül 2025 tarihinde yayımlandı. Bu yazıda, yayımlanan bu kitap çerçevesinde bu sorunun cevabını bulmaya çalıştım.
Bürokrasi Üzerine: Rasyonel Düzen mi, Demir Kafes mi?
Bürokrasi, modern devletin en rasyonel ama aynı zamanda en tartışmalı kurumudur. Max Weber’e göre bürokrasi, hukukun üstünlüğünü, liyakati ve tarafsızlığı kurumsallaştırarak modernliğin temelini atmıştır. Bürokrat, kurallara bağlı kalır; kararlar kişisel değil, sistematiktir. Bu yönüyle bürokrasi, eşitlikçi ve öngörülebilir bir yönetimin garantisidir.
Ancak aynı Weber, bürokrasinin kendi başarısının kurbanı olabileceğini de vurgular. Kural ve denetimlerin artışı, zamanla insan unsurunu bastırır ve sistem, özgürlükleri korumak yerine "demir kafes” haline gelir. Bu çelişki, modern devletin kaderidir: düzen için kural gerekir; ama fazla kural düzeni yok eder.
18. yüzyılda Fransız düşünür Vincent de Gournay bu paradoksu "morbus politicus” yani "düzenleme hastalığı” kavramıyla anlatmıştı. Birkaç yüzyıl sonra Ludwig von Mises aynı sorunu "müdahale sarmalı” olarak tanımladı: Devlet, bir sorunu çözmek için müdahale eder, yeni sorunlar yaratır ve onları çözmek için yeniden müdahale eder. Sonuçta, toplum kendi hareket alanını kaybeder.
Modern devletin yönetim biçimini anlamak isteyen herkesin yolu, er ya da geç Almanya’dan geçer. Çünkü Almanya, yalnızca sanayi devriminin değil, "idari devrimin” de merkezidir. Prusya döneminden itibaren kurulan disiplinli memuriyet yapısı, yazılı kurallara dayalı yönetim anlayışı ve liyakat esaslı kamu hizmeti, dünyada "modern bürokrasi”nin prototipi olarak kabul edilmiştir. Weber’in teorik çerçevesi, Hegel’in felsefi meşruiyet zemini ve kameralistlerin (devlet maliyesi ve yönetim bilimi uzmanlar) teknik devlet bilgisi birleşince, Almanya adeta bürokrasinin laboratuvarı haline gelmiştir. Almanya, tarihsel süreçte, bürokrasiyi yalnızca uygulamamış, aynı zamanda düşünsel olarak inşa etmiştir.
Bu tarihsel miras, Almanya’ya uzun yıllar boyunca istikrar, öngörülebilirlik ve kurumsal güven kazandırmıştır. Ancak zamanla bu güçlü bürokratik gelenek, kendi ağırlığı altında yavaşlayan bir yapıya dönüşmüştür. Kuralların mükemmellik arayışı, esnekliği ve yenilikçiliği törpülemiş; denetim kültürü, güven kültürünün yerini almıştır. Böylece başlangıçta toplumsal düzenin güvencesi olarak inşa edilen sistem, bugün çoğu alanda ekonomik dinamizmin ve kamu verimliliğinin önündeki en büyük engel olarak tartışılmaktadır. Almanya’nın "bürokrasi cumhuriyeti” olarak anılmasına yol açan da tam olarak bu çelişkidir: Rasyonel düzenin fazlası, rasyonelliği ortadan kaldırmıştır.
Patrick Bernau’nun Almanya Bürokratik Cumhuriyeti adlı kitabı, bu yapısal dönüşümün kapsamlı bir anatomisini sunuyor. Bernau, Almanya’nın artık "hukuk devleti” olmanın ötesine geçip "kural devleti” haline geldiğini savunuyor. Kuralların ayrıntı düzeyi o kadar artmış durumda ki, sistemin artık kendi kendisini yönetemez hale geldiğini savunuyor.
Bir örnek, sağlık sektöründen geliyor: Berlin Tabipler Odası’nın hesaplamalarına göre bir hastanede yapılan rutin denetimlerin belgeleri 600 sayfayı buluyor. Doktorlar günde ortalama üç saatlerini hasta bakmaktan çok form doldurmaya harcıyor. Bir iç hastalıkları uzmanı, "hastayı görmekten çok hastanın verisini sisteme girmekle uğraşıyoruz” diyor. Bürokrasi yükü yarıya inse, sadece hastanelerde 30 bin tam zamanlı doktor gücü eşdeğeri serbest kalacak.
Sağlık sistemindeki bu tablo, devletin genel yapısını da yansıtıyor: Almanya’da "denetim kültürü” zamanla "güven kültürünün” yerini almış durumda.
İş Dünyasında Belge Ekonomisi
Özel sektör de aynı sarmalın içinde. Federal Normenkontrollrat (Bürokrasi Kontrol Konseyi), yalnızca yeni yasaların firmalara getirdiği ek idari maliyeti yılda 27 milyar avro olarak hesaplıyor.
Bir otomotiv tedarikçisi, "Ürün teslim etmekten çok, her teslimatın belgelerini teslim ediyoruz” diyerek durumun özetini yapıyor. Avrupa Birliği’nin sürdürülebilirlik raporlama standartları ise bu yükü katlamış durumda: büyük firmalar için binin üzerinde veri noktasını içeren raporlar, küçük üreticiler için neredeyse imkânsız hale geldi. Sonuç: tedarik zincirleri daralıyor, girişimcilik maliyetleri artıyor, risk almaya cesaret edenlerin sayısı azalıyor. Başka bir örnekte, Hamburg’daki bir start-up kurucusu, dijital içerik üretimi için gereken izin süreçlerinin altı aya uzaması nedeniyle yatırımını kaybettiğini belirtiyor.
Bernau’nun ifadesiyle, "Almanya’da fikirler hızla doğuyor, ama dosyalar daha hızlı büyüyor.”
Almanya’da yürürlükteki yasa sayısı 2010’da 43 binken, bugün 52 bini aşmış durumda. Yalnızca federal düzeyde 1.792 yasa ve 52.500 madde yürürlükte. Üstelik bu artış, çoğu kez "bürokrasiyi azaltma” iddiasıyla çıkarılan düzenlemelerden kaynaklanıyor.
Bir rüzgâr türbini projesi için hazırlanan başvuru dosyası 36 bin sayfa tutuyor. Her sayfa çevre, güvenlik, gürültü, kuş göçü gibi onlarca alt mevzuata atıf içeriyor. Bu karmaşık süreç, çevre dostu yatırımları bile frenler hale gelmiş.
Bürokrasi "azaltma” hedefiyle başlayan girişimler, çoğu kez kural enflasyonunu büyütüyor.
Dijitalleşme: Teknoloji Var, Güven Yok
Dijitalleşme alanında Almanya, Avrupa’nın gerisinde. Federal sistem nedeniyle eyaletlerin farklı BT altyapılarına sahip olması, verilerin taşınabilirliğini engelliyor. Rheinland-Pfalz eyaletinde vatandaşların verileri, dijital platformdan çıktı alınarak kendilerine gönderiliyor; ardından vatandaş bu belgeleri aynı sisteme tekrar yüklemek zorunda kalıyor.
Bu tablo, dijital dönüşümün yalnızca teknik değil, zihinsel bir dönüşüm gerektirdiğini gösteriyor.
Gerçek dijitalleşme, süreçlerin dijital ortama aktarılması değil, güvene dayalı basitleştirilmesiyle mümkündür. Almanya hâlâ "kağıdı tarayıp PDF’e çevirmeyi” dijitalleşme sanıyor.
Federalizm ve Yavaşlayan Yönetim Zinciri
Almanya’daki federal yapı, demokratik temsil açısından güçlü bir model olsa da uygulamada karar süreçlerini yavaşlatıyor. Örneğin okul dijitalleşmesi için ayrılan milyarlarca avroluk fonun önemli bir kısmı hâlâ harcanamadı. Sebep: fon onayının belediye, eyalet ve federal düzeyde üç ayrı kurumdan geçmesi gerekiyor.
Benzer bir örnek sosyal yardım alanında görülüyor: bir ebeveynin çocuk yardımı, kira desteği ve okul yardımı almak için 12 ayrı kuruma başvurması gerekiyor. Vatandaşın devlete erişimi kolaylaşmak yerine, adeta bir labirente dönüşüyor. Bir belediye çalışanının sözleri bu durumu özetliyor: "Artık her şey o kadar düzenlenmiş ki, hiçbir şey yürümüyor.
Yazının tamamını linkedin'den okumak için buraya tıklayınız | pdf olarak okumak için buraya tıklayınız