İçinde yaşadığımız dünyanın tükeneceğini daha önce pek azımız düşünmüş olmalı. Bir gün tüketecek bir dünyanın kalmayacağını anlatıyor ‘Eating up the world’. Kimilerinin vazgeçilmezi olan ‘ye, iç, gez, eğlen, tüket’ söyleminin tam karşısında duruyor...
İnsanoğlu kendine biçilen ömrü ‘Ye, iç, eğlen çok kısa ömrün’ modunda yaşıyor. "Haz aldım, keyif aldım, eğlendim, iyi vakit geçirdim, bugün de çok güldük...” "Acıklı haber okuma. Boş versene canım, dünyayı biz mi kurtaracağız?” şeklinde bir yığın tanıdık cümle... Bu tutum bazı insanların bırakın dünyayı, kendi ülkesinde olup biten olaylara karşı bile yaklaşımının göstergesi. Fransız sosyolog Jean Baudrillard, tüketimin bir zorunluluk gibi algılandığını söylerken, dünü, bugünü ve belki yarınları da kapsayacak olan "Tüketim toplumunda, tüketim ideolojisinin ‘fetişist bir mantık’a dayandığı” gerçeğiyle yüzleşmemize kapı aralıyor aslında. Dinlere ve toplumsal ahlaka göre israf olan gereğinden fazlasını tüketme halinin karşılığı, bu toplumlarda mutluluk olmuş durumda. Ne kadar harcanır ve tüketilirse o derece mutlu olunur tezi yerleştiriliyor. Sonuçta da karınları aç olmasa da gözleri doymak bilmeyen insanlar ortaya çıkıyor.
Eating up the world nedir?
Türkiye’de son yıllarda daha da yaygınlaşan ‘ye-iç-gez-eğlen-gül-tüket-boşver’ hali aslında dünyanın çoğu ülkesinde de yaşanmış ve hâlâ yaşanıyor. Ancak Türkiye’den farklı olarak, başta ABD ve Avrupa ülkeleri, bu tür bir yaşam anlayışını ele alırken ‘Eating up the world’ (dünyanın tüketilmesi) kavramı üzerinde duruyor. Birer nimet olarak verilen dünya kaynaklarının nasıl hızla tüketildiği konusunda raporlar hazırlanıyor, dünyanın tüketiminin nasıl durdurulacağı üzerine çözüm önerileri sunuluyor. ‘Eating up the world’ü detaylı incelediğinizde tüketim anlayışının toplumu ve dünyayı tükettiğini görmek mümkün.
‘Bu anlayış toplumu nasıl tüketiyor?’ diyecek olursanız, kendi hayatlarımıza bakmamız kâfi. Toplumun tükenmesi, toplumu oluşturan birtakım değerlerin yok olması aslında. Mesela alışveriş yaparken vakit geçirdiğimiz kadar, ailemizle vakit geçiriyor muyuz? Dost meclislerinde, ellerimizi telefonlarımızdan, gözlerimizi iPad ve TV’lerden bir an olsun alıp da arkadaşlarımızın yüzüne bakıyor muyuz? Bir an evvel aldığımız bilgiyi hızlıca tüketmek yerine, saatlerce başından kalkmadan okuduğumuz bir kitabı özümseyebiliyor muyuz? Kilometreler ve saatlerce uzak bir dünya ülkesinin yaşadığı acıyı izlediğimizde, aynı acıyı kalbimizde hissedebiliyor muyuz? Yoksa ‘Amaan boşver dünyanın düzeni bu, biz mi kurtaracağız dünyayı’ mı diyoruz? Bugün bu anlayışın bizi sürüklediği noktaya baktığımızda benzer örnekleri çoğaltmak mümkün.
‘Tüketilecek her şeyi bitirdik’
Peki ya dünya nasıl mı tükeniyor? Doğal kaynakları özensiz ve hızlıca kullanarak tüketiyoruz dünyayı. Suyu, havayı, güneşi, okyanusu, yeşili… Kısacası yeryüzünden hayatımızı idame ettirmemizi sağlayan bütün kaynakları ve sistemleri… Adeta elimizin altında bir gezegen daha varmış gibi yaşıyoruz. Dünyanın sağlayabildiği kaynakların yüzde 50 fazlasını kullanıyoruz. Hayat tarzlarımızı değiştirmediğimiz sürece, bu oranın büyük bir hızla artacağını ve 2050 yılında üç gezegenin bile yetmeyeceğini gösteriyor Yaşayan Gezegen 2013 raporu. Raporu hazırlayan WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) International Genel Müdürü Jim Leape bu tehlikeyi önleyecek çözümü de söylüyor: "2050 yılında gezegeni paylaşacak 9 milyar insana gıda, su ve enerji sağlayan rahat bir gelecek yaratabiliriz. Çözümler atıkları azaltmak, suyu akılcı yönetmek ve rüzgâr, güneş gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaktan geçiyor.”
Bunun yanı sıra WWF’nin Dünya Limit Aşım Günü olarak belirlediği 19 Ağustos 2014 tarihinde yapılan açıklamaya göre, 2014’ü geride bırakmamıza daha üç buçuk ay kala doğadaki kaynaklarımızı tüketmiş bulunuyoruz. "Tüketilecek her şeyi bitirdik.” uyarısında bulunan WWF’nin Bilimsel Direktörü Christophe Commoner her sene tarihi daha da ilerleyen Dünya Limit Aşım gününün tehlike çanları çaldığını ve dünyanın alarm verdiğine dikkat çekiyor. "Bugünden itibaren kaynaklarımızdan daha fazla harcama yapacağız. Gelirimiz topraktan çıkan doğal kaynaklar. Su, verimli topraklar, ormanlar, balıklar, dünyada yaşamı sürdürmemize yarayan her şey... Gelirimiz aynı zamanda doğadaki çöplerimizi kaybetmeye yarayan şeyler. Örneğin okyanus ve ormanlar karbondioksidi büyük bir ölçüde yok edebiliyor. Ama bugünden itibaren ekolojik borçla yaşamaya başlayacağız. Artık dünyanın absorbe edemeyeceği kadar çok artık üretiyoruz.” diyor. Küresel Ayak İzi Ağı tarafından yapılan hesaplamalara göre, insanlığın şu anki tüketimini karşılayabilmek için bir buçuk dünya daha gerekiyor. Verilere göre yüzyıl ortasında ihtiyaç iki gezegene çıkacak. Her ülkenin tüketim oranı ve sahip olduğu kaynaklar arasında büyük farklılıklar var. Örneğin zengin bir doğaya sahip Fransa için veriler çok endişe verici değil. Ama Türkiye’nin doğal kaynakları tüketimi için, 1,7 kadar daha Türkiye gerektiriyor. Neredeyse Türkiye gibi iki ülke daha.
Ye, iç, gez, eğlen ama…
Toplumların ve dünyanın nasıl tükendiği ve bu tükeniş karşısında yapılması gerekenler, sunulan çözüm önerileri de ortada. Ancak toplumun ve dünyanın tüketimi karşısında insanların kendilerince geliştirdiği yöntemler tüketim kültürünün öznesi olmaktan asla vazgeçilmediğini gösterir nitelikte. Yani yitirilen değerlerin ve kaynakların gerçeklerinin yerini tutamasa da, birtakım sunî düzenlemelerle telâfi edilmeye çalışılması. Baudrillard, tüketim toplumunun meydana gelişinin altında yatan sebepleri ortaya koyarken, şunları söyler: "Tarihte aynı olayların iki defa vuku bulduğu olur. Birincisinde bu olaylar gerçek bir tarihî değere sahipken, ikincisi birincisinin karikatürüdür ve grotesk (garip, acayip, fıtrî olmayan) bir serüvendir; efsane olmuş bir atıftan beslenir.” Mesela yeşilini yitirmiş bir hayatta yok olan insanlık, şehirlerin göbeğinde oluşturduğu sunî teneffüs borusu misali parklarla vicdanını rahatlatmaya çalışıyor. Yani tarihe karışmış bazı güzellikleri, ritüel biçiminde, zorla yeniden güncelleştirerek tüketmek üzere yine kendi hizmetine sunuyor.
Elhasıl, birçok şeyi zorunlu olduğumuz düşüncesiyle yaptığımız bir sanal dünyayı yaşıyoruz. Kendimize ait bir hayatı bile süremiyoruz. Başkaları nasıl yaşıyor, nereye gidiyor, ne alıyorsa kısacası nasıl tüketiyorsa hayatını, dünyayı aynı şekilde tüketmek için var gücümüzle uğraşıyoruz. Eskilerin eyyamcı dediği, şimdilerde günü kurtarmaya çalışan ya da modern ismiyle tüketim fetişistleri olmamak için hâlâ yapabilecek çok şey var. Bütün bu bilgi ve yorumlardan yemeden, içmeden, gezmeden, gülmeden eğlenmeden bir hayat geçirilmesi gerektiği anlamı çıkarılmasın. Elbette dünya nimetleri belli ölçüde istifade edilsin diye yaratılmış. Ama gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var. O da istifade etmekle israf edercesine tüketmenin birbirine hayli uzak kavramlar olduğu gerçeği. Biz insanlara düşen, hayatı devam ettirebilecek kadarından faydalanıp, tüketmeyi hayatın merkezi olmaktan çıkartarak ‘dünyanın tükenmesine’ bir nebze de olsa katkıda bulunmak olmalı.