Bir ahlâk davası sesini tekrar duymanın, bu topraklarda yeni bir insan arayışını hatırlamanın yine tam zamanı olmalı.
Çünkü içinde yaşadığımız dünya giderek daha fazla ahlâkı hiçe sayan siyah damarlarını genişletip kuvvetlendiriyor. Tabiata, insana, hayvanlara, taşa toprağa boca etmek için adeta zehir biriktiriyor. İnsan ve insanlık yerlerde sürünüyor. Ne tarafa dönseniz zulüm ve riyakârlık, tüketim ve samimiyetsizlik, insan ve can pazarı, kan ve gözyaşı sizi karşılayacak. Hümanizmin ve medeniyetin tabutu bile ortada kaldı, gelen geçenlerce tekmeleniyor. Fakat kimsenin umurunda değil, evet kimsenin...
Siyah damarlarla beslenen modern dünyanın bir parçası olmak için kendini inkâr ederek, kendilik bilgisini unutarak yol almakta ısrarlı olan memleketimizde de durum öyle sayılır. Yine kimsenin umurunda değil. Umurunda gibi gözükenler aslında ya tarafgirlik geliştiriyor ve karşı tarafa düşmanlık dişlerini biliyor yahut hoşgörü, birarada yaşama, demokrasi gibi dışı parlak, içi boş hülyaların, sloganların peşinde dolaşıyor. Aldanıyor ve aldatıyor.
Üniversitelerimizde en az çalışılan konulardan birinin ahlâk olduğunu söylemek okuyucularımıza şaşırtıcı gelir mi bilmiyorum lâkin vâkıa bu. İnanmayacaksınız belki ama İlahiyat Fakülteleri de, Diyanet teşkilatı da böyle; oralarda da ahlâk baş üstünde tutulan, ihtimam gösterilen bir alan, kafa patlatılan bir meseleler manzumesi değil.
Uzağa gitmeye ne hacet; YÖK dokümantasyon merkezini tarayın, akademik birimlere, ders dökümlerine ve müfredat başlıklarına bakın, ilkokuldan üniversiteye ders kitaplarına göz gezdirin, köşeye kıstırıldığı zaman "kamu” hizmeti yaptığını iddia eden siyah damarlı dördüncü kuvvet basının yazılı, görüntülü ve renkli versiyonlarına göz ucuyla bakın, mekteplerin, sınıfların kapılarından içeriye adım atın, mescide yahut tekkeye uğrayın, sokağa çıkın, işyerine gidin, insanların konuştuğu dile kulak kabartın, varlık ve eşya ile münasebet biçimlerine nazar atfedin, siyasete, ticarete yönelin, cenaze namazlarına katılın... Neticede ahlâkın hem bilgisi (nazariyatı) hem de eylemi (fiiliyatı) alanında sizi büyük boşluklar ve kara delikler karşılayacaktır.
Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr;
Nazarlardan taşan ma’nâibâdullâhı istihkâr
Önce küçük bir hatırlatma...
İletişim Yayınları’ndan çıkan Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce dizisinin İslâmcılık cildi yayına hazırlanıyordu. Bir kuşluk vakti cildin editörlerinden biri beni telefonla aradı ve hal hatır sorduktan sonra maruzata geçti: İslâmcılık yazılarını bitirdik sayılır.Sıra cildin sonuna alınacak ek metinlere geldi. Bu cilde muhafazakâr milliyetçi ve İslâmcı cenahtan Kanlı Pazar hadisesine karşı çıkan iki metni koymak istiyoruz. Biri tabii ki Nurettin Topçu’nun o meşhur metni olacak, sorularımdan biri onu nereden bulabilirim, kitaplarına girdi mi? İkincisi Sezai Karakoç’un metninin nerede yayınlandığını ve şimdi hangi kitapta olduğunu hatırlıyor musunuz?
Bu sorunun kendisi de, psikolojisi de benim için tanıdık olduğu kadar sıkıntı vericiydi. Onun için ağırdan alarak, kızmamaya çalışarak konuştum: Sezai Karakoç’un metninin nerede çıktığını hatırlamıyorum, bulursan bana da haber ver, doğrusu ben de görmek isterim, bildiğim kadarıyla öyle bir metin yok. Daha doğrusu ikinci bir metin yok. Nurettin beyin metni ise Hareket’in Mart 1969 sayısında çıktı ve yeni edisyonda Devlet ve Demokrasi kitabının sonuna girdi, başlığı da "Kin ile Din Birleşmez”.
Karşı taraf iki metin iddiasında ısrar eder gibi oldu, belli ki öyle olmasını çok istiyordu, ben ise işin nasıl neticeleneceğini bildiğimden ve Sezai bey için daha fazla "yok” kelimesini kullanmamak adına ses tonumu biraz değiştirerek peki dedim. Telefonu kapattık. Benim de iki yazımın olduğu bu cilt çıktığı zaman hiç şaşırmadım; Ekler’de temsil gücü pek de yüksek olmayan birçok yazı yer almasına rağmen Nurettin Topçu’nun hiçbir yazısı yoktu fakat daha önemlisi o istisnai yazı "Din ile Kin Birleşmez” de yoktu.
Hiç sormadım, hiç peşine düşmedim.
Ahlâkı öncelemenin bedeli
Karar verenlere hiç sormadım ama bu mesele peşine düşülmeyecek bir mesele değil. Çünkü o bizim peşimizde ve milli bir dava. 39 yıl önce bugünlerde rahmetli olan Nurettin Topçu’nun (İstanbul 7 Kasım 1909-10 Temmuz 1975) bir fikir adamı ve şahsiyet olarak büyüklüğü ahlâkı öne çıkarmış olmasında barınır. İsyan ahlâkını... Türk entelijansiyasının, siyasi elitlerin ve muhafazakâr-dindar çevrelerin onu unutmak, unutturmak isteyişlerinin arkasında da muhtemelen en önemli etken olarak bu var. Fakat insan var oldukça ahlâkı bütünüyle unutturmak ne kadar mümkün? Peygamberleri, Sokrat’ı?
Muhafazakâr-dindar çevrelerin, İslâmcıların Nurettin Topçu fikriyatı ile aralarına giderek daha fazla mesafe koymalarının tarihi çok partili hayata geçildikten, özellikle de 1952’den sonra başlar. Bir başka şekilde söylersek Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrası şartlarda ABD ve kapitalist dünyaya doğru kayışı ve sağ-muhafazakâr-milliyetçi (sonra İslamcı) çevrelerin komünist tehlikesi karşısında bu çizgi üzerinde yer almasıyla alakalıdır.
Üç tarih ve üç çıkış bu süreçte çok önemli. Biri Nurettin beyin 1952 yılından itibaren bütün muhtemel iltisakları ve karalamaları göze alarak yüksek sesle İslâm sosyalizmini (diğer adlarıyla Anadolu Sosyalizmi, Ruhçu Anadolu Sosyalizmi, Müslüman Anadolu Sosyalizmini) gündeme taşımaya başlamasıdır. Türkiye’nin giderek daha fazla kapitalist dünyanın etkisi ve tahakkümü altına girmesi onun için elbette sadece iktisadî bir mesele değildir. Asıl mesele hak davasının, kul hakkının, insanın şahsiyet olma ve yücelme mücadelesinin, isyan ahlâkının ve bunlarla irtibatlı olarak milliyetçiliğin, Anadolu ruhunun yara alacağı, zayıflayacağı, belirsizleşeceği tehlikeli ve gayrı insani bir yere doğru kayılıyor olmasıdır.
"Müslüman Anadolu sosyalizmi demek, İslâm’ın ruh ve ahlâkına sahip olacak Anadolu’nun insanını ve bütün hayat kuvvetlerini, ferdi menfaatlerle ihtirasların sınırları dışına çıkarıp bir ilâhî bölgede, tam iktidarı ile sağlam iradenin disiplini altına, millet selâmeti yolunda toplulukla seferber etmek demektir. Komünizmi bertaraf edecek ve siyonizmi toprağa gömecek tek kuvvet budur; öbür adı milliyetçiliktir” ("İktisadi ve İçtimai Nizam”, 1968).
"Hakikatte bu dâva, İslâm’ın özünde barınan hak dâvasıdır. Sosyalizm, çiğnenmesi halinde Allah’ın da affetmeyeceğini bildirdiği kul hakkının müdafaasıdır” ("Sosyalizme karşı koyan kuvvetler”, 1970).
İslâm sosyalizmi adlandırmasının doğruluk ve yerindeliği o gün de bugün de tartışılabilir. Fakat muhafazakâr cenahın o tarihten itibaren açık veya örtük olarak Nurettin beyin İslâm’ı başka ideolojilerle, sosyalizmle "bulaştırdığı” iddiasını dillendirmeleri ve bunun üzerinden onun etkisini azaltmaya çalışmaları fevkalâde dikkat çekicidir. İlk örneklerini Üstad’da ve Bugünün Dervişi’nde gördüğümüz bu tutum netice itibariyle Rusya’ya karşı Amerikan aksını ve komünizme karşı kapitalizmi bir şekilde meşrulaştıracak ve kuvvetlendirecek bir çizgi üzerinde ilerleyecektir. Kanlı Pazar’da Amerikan filosunu savunmanın muhafazakârların-mütedeyyinlerin uhdesine düşmüş olması bu çizgi ile doğrudan alakalıdır.
İkinci feryat ayrıca üzerinde duracağımız işte bu Kanlı Pazar’a karşı yükselmiştir.
Nurettin beyin o dönemde nerede ise bütün muhafazakâr-mütedeyyin kesimleri karşısına almaktan çekinmeyerek yaptığı üçüncü ve son büyük "hareket” 1971 yılındadır. Yazının başlığı "İslâm’ı sömüren siyaset”. İsim vermeden karşısına aldığı Milli Görüş hareketinin lideri ve çevresinin davranış biçimleridir. Bu da uzun bir bahistir. Bu sert ve kararlı, bir o kadar da muzdarip yazıdan şimdilik sadece bir paragraf aktaralım:
"İslâm’ın bütün ruhundan sıyrılarak sade kabuk kaidelerden ibaret kaldığı bu diyara kim İslâm diyarı diyebilir? Her biri bir siyaset hareketine bağlanan ruhları çürümüş insanların dolaştığı bu göklerin altında İslâm’ın nuru içten ve dıştan gitgide karartılıyor. Eşsiz sahtekârlık hünerleriyle ticaret ve siyaseti pek mükemmel birleştiren, dergâhı kâh fabrika bacası, kâh ikbal ve siyaset kapısı haline koyan bu hezeyan alayı İslâm dinine bugün en büyük tehlikeyi getirme durumundadır”.
‘Kin ile din birleşmez’
Hadise malum; Türkiye’ye gelen Amerikan 6. Filosunu protesto etmek için Taksim’de toplanan çoğu sol görüşlü dernek mensuplarının üzerine MTTB ve Komünizmle Mücadele Derneği’nin ve Bugün başta olmak üzere muhafazakâr-dindar basının bir iki gün öncesinden tahrik ettiği kişiler cihad havasıyla yürür, meydanda büyük bir arbede yaşanır. Bilanço iki ölü, iki yüz civarında yaralı. İktidarda Demirel hükümeti vardır, İçişleri bakanı da meşhur Faruk Sükan’dır.
Muhafazakâr-mütedeyyin cenahın bütün renkleriyle sustuğu, belki de zafer sarhoşluğu ile içten içe sevindiği bir ortamda, zaman zaman MTTB’de konferanslar veren, Komünizmle Mücadele dergisinde makaleler neşreden biri olarak Nurettin Topçu "Kin ile Din Birleşmez” başlıklı, çuvaldızı kendine batıran yazısını yayınlayacaktır (Hareket, Mart 1969). Izdırabı, hissiyatı ve vurguları itibariyle aynı zamanda bir ahlâk bildirisi hüviyetinde olan metin, 16 Şubat günü Taksim’de yaşananların yarım asır evvel bir 16 Mart günü İstanbul’u işgal eden İngilizlerin Türk askerlerini süngülemelerinin matemini hatırlattığını söyleyerek başlar. Esas muhatabı hadisenin sebeplerinden biri/birincisi olan solcu gruplar, komünistler değil "İslâm dinini kendi nefisleri ile hırsları için böyle şuursuzca âlet yaparak, Amerikan donanmasına yaranırcasına savaş[an]” din adamı, din büyükleri ve onların idaresindeki dinî neşriyattır, "cehaletle taassubun, menfaatle nefsaniyetin timsâli mülevves varlıklardır”, "düşünen ve seven ruhları her gün Müslümanlıktan soğutarak uzaklaştıran menfaat ve tezvir vasıtaları” dinci gazeteler, dergilerdir.
Çünkü ahlâklı davranmak, affetmek, kurtarmak, merhamet göstermek öncelikle inanan insanların işi olmalıdır. Halbuki onlar Boğaz’da demirlemiş, "şerefe kadeh kaldıran sarhoşlarla dolu” ve "Müslüman Türk çocuklarının birbirlerini boğazladıklarını seyreden” Amerikan 6. Filosunu savunmak için kardeşlerine saldırmayı cihad zannedecek kadar düşmüştür.
Yazı şu cümlelerle sona eriyor:
"Son olaylarda yalnız Müslüman olan zümreyi muhakeme ederek suçlandırmamız, İslâm’ın açtığı bu tek hakikat çığırını onların çiğnemiş olmalarındandır. Müslümanların karşısında bulunanların şaşkın ve sapık olduklarını biliyoruz. Müslümanların görevi onları ezmek değil, kurtarmak olacaktı. Görüyoruz ki, onlar henüz kendilerini kurtarmamışlardır ve İslâm adına saldırıları ile hakikat yolunu tıkamaktadırlar. Son olaylar, âlemşümul ve ebedî ruh kuvveti olan İslâm dâvasını bu topraklarda tam bir iflas noktasına götürecek kadar korkunçtur. İslâm’a bu en büyük fenalığı yaptığı halde kendinin Müslüman olduğunu söyleyen cepheye dönerek diyoruz ki: ‘Müslümanlık bu değildir. Siz bu hareketinizle en şaşkın sapıkların safında yer almış bulunuyorsunuz. Her şeyden evvel İslâm’ı bulunuz ve önce Allah’tan, sonra da kendilerine zulmettiğiniz kardeşlerinizden afdileyiniz. Önce Allah’a sonra da onlara hizmet ediniz ve İslâm’ı öğreniniz. Öldürmeyi her kaba ve hoyrat canlı biliyor’. Müslümanlığa karşı olanlara da şöyle diyeceğiz: ‘Karşınızdakiler Müslüman değildirler. Müslümanlığı, onlarınkinin tam aksi davranışlarda arayınız. Onları affedin ve hepinize birlikte affı ve kurtuluşu getirecek olan İslâm içinde birleşiniz’. Biz, onların hepsini ve bütün ruhları birlikte, aşk ve iman yoluyla zafere ulaştıracak cihada hazırlanıyoruz”.
Sonuç olarak en kısa zamanda "Kin ile Din Birleşmez” yazısını bulup baştan sona okuyun derim. Bir defa, iki defa... İsterseniz "İslâm’ı Sömüren Siyaset”i de, İslâm sosyalizmi metinlerinin yer aldığı Ahlâk Nizamı’nı da... Şimdilik sadece Ramazanlık bir kitap arıyorsanız hiç vakit kaybetmeden bir adet Var Olmak edinin ve ahlâk kitabı olarak da "hatim etmeye” başlayın. Ve ardından vefat yıldönümünü vesile edinerek bir an önce oluş(turul)muş mesafeleri kapatın, bunun için çaba harcayın.
Çünkü ahlâk meselesi en büyük ve en zor mesele olarak hepimizin, Türkiye’nin, insanlığın, Müslümanların önünde duruyor. Bu konuda Nurettin Topçu’dan daha iyi ve daha vasıflı bir rehber bulma ihtimaliniz Türkçede yok. Karşılığı her ne olursa olsun doğruyu eğip bükmeden, bütün açıklığıyla söylemek, sözü olması gereken sertlikte ve/ya letafette sarfetmek de ahlâka dahildir çünkü.
ikara55@hotmail.com
http://haber.stargazete.com/acikgorus/bir-ahlak-davasi-yahut-bir-insan-pesinde/haber-910143