AKSARAY GEREKLIDIR.

İnsan sosyal bir varlıktır. Toplumlar bina eder ve devletler inşa eder. Hayat merdiveninde çıktığı basamakları kültürle muhafaza eder ve aktarır. Yaşamını kolaylaştırmak, düzen ve güzellik içinde yaşamak için istikrarı korumaya çalışır. Bunun için toplumu, kültürü ve devleti kalıcı kılmak için uğraşır. Yasalar, kanunlar, örf ve adetler, tarih ve tarih yazımı, sanat, mimari, eğitim öğretim sistemi, teknoloji vb. bina ettiği, tesis ettiği her şeyle hayat bulur ve kalıcı olur. Bunun en büyük ve somut örneklerinden birisi mimaridir, kendi yorumladığı kalıcı eserler. Roma hâlâ Ayasofya ile İstanbul’da adından söz ettirir. Osmanlı onu daha da güzelleştirmekle övünür. İran İsfahan’da tarihe dokunur. Beyaz Saray ve Kremlin 20. Yüzyıl`ı paylaşamamanın acısı ile büyür. Ancak her birinin ortak noktası, büyüklüğü ve ihtişamıdır.

Devlet tarih sayfalarında, insanları içine alan topraklarda ve bireylerin kafasında bu şekilde kalıcı olur: kendi özgün ve ihtişamlı ürününü ortaya koyarak. Kültürü, sanatı, gücü ve siyaseti taş ve demirle canlandırıp vücuda getirir ve kendine orada yer edinir. "Buckingham Sarayı, Beyaz Saray, Çankaya Köşkü” gibi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin de zihinlerde yer edinmiş mimari eseri, Çankaya Köşkü`ydü. Başkalarının sarayları varken bizimki nedense köşktü. İstanbul’u başkent yapamamanın büyük eksikliği, Ankara’da sarayın olmaması oldu. Yenisi yapılmadı. Belki gerek görülmedi. Kendi sınırları içerisinde yaşayarak hayatta kalacağına inanmış bir felsefenin, güce sahip olamamış oradan oraya sürüklenmiş bir devletin yönetimine ya da ihtişamına bir köşk yettiği içindi belki de. Öyle ya da böyle artık eski zamanların kısıtlayıcılığını yırtmış bir genç devlet var. Söz sahibi olmak isteyen, çalışan ve daha dinamik bir ülkenin; kısa zamanda büyük gelişmeler göstererek daha iyisini yapabileceğini kanıtlamış bir devletin ihtiyacı olduğu şey de kişileri, toplumları ve haliyle dünyayı etkileyerek kendisini yansıtan taş ve demirlerdi.

Cumhuriyetin ikinci asrına hazırlanırken hayat bulmuş yeni bir binadan yönetiliyoruz. Daha büyük, daha ihtişamlı ancak daha genç ve daha toy. Çankaya’nın 90 yıllık deneyiminden yoksun, insanla var olmamış, siyasetle yaşlanıp, yaşlılıkla güçlenmemiş; büyük umutları dolduran geniş odaları, kişilerin geçiciliğini ve devletin kalıcılığını vurgulayan yüksek kapıları, zamanla ısınmamış soğuk betonları, insanı çalışma azminden mahrum edebilecek mutluluk sanrıları, güneşi içine aldığı kadar karanlığa da izin veren geniş camları, beyaz değil sarı, şehir değil ama Türkiye’nin üçüncü Aksaray`ı…

Türkiye’nin yeni bir "saray” inşa etmesi kabul edilebilir bir gerekçedir ancak bu bir zaferin tarihe kazınmış hali değil geleceğe dair yapacaklarımızın şahidi ve teminatıdır. Bunu israf olarak nitelendirmek, "Türk’ün gücünü Dünya hâkimiyeti gibi bir hayalin peşinde çarçur etmeyeceğiz” derken, borçlarımızın faizlerini ödeyemeyecek duruma gelmemize göz yummaktır. Bu yeni bir saray inşa ettiğimiz için daha zengin olacağız demek değil, daha zengin olabilmeyi başardığımız için vücut bulmuş bir hakikattir. Ağaç kesildiği için bu kabul edilemez demek ne kadar zalimce ise, saray için kesilen ağaçlardan fazlasını bu topraklara kazandırmamak da o kadar zalimcedir. Bununla birlikte toplumun düzeni ve refahı için toplum tarafından düzenlenmiş yasaları kutsallaştırıp "orası yıkılmalıdır” demek eski günlerin çarkları için atılmış boş bir nara ise, "sıkıysa yıkın” demek kendini toplum için yazılmış yasalardan üstün görmektir.

Nihayetinde bu durum bir gerekliliğin ürünü iken, bir güzel umudun da teşviki olmalıdır. Şu noktadan sonra yasalara uygunluğu tartışmak yerine, yaptığımız ve ilan ettiğimiz kültürün, sanatın, toplumun neferleri olmalıyız. Bu saray, Türk dünyasının ve Müslümanların önderliği için yaptıysak eğer anlamlıdır. Unutmamalıyız ki lider, öncü ve muzaffer olduğumuz için saraylarımız vardır, saraylarımız olduğu için değil.

 http://m.gencdergisi.com/7983-ak-saray-gerekli-miydi.html

Yorumlar
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ