Ne günlerdi ah! Kuru bir nostalji değil bizimkisi, hakiki bir yad etme Öğrencilik yıllarında yurt hayatını tecrübe etmiş olanlar bizlere hak verecektir.
Şükür ki babam "bir kısım" akraba-i taallukatın itirazlarına
aldırmayıp beni İmamHatip Lisesi'ne gönderme kararındancaymamış.
İtirazlar niye?Bir kere şehir dışı, ufacık çocuk yaban ellerde ne işi
var! Sonra maazallah gideceğim okul pek "tekin değil" beynimi filan
yıkarlar, beni zehirlerler, gerici olurum sonra, cık cık olur şey
değil.Oyıllarda yaşadığımız şehirde İmam Hatip olmadığı için bize
en yakın vilayette bulunan İmam Hatibe kayıt olmak için çıktık yola. Öyle hemen
küt diye gidilmiyordu eskiden bu okullara. Talep çok fazla olduğu için sınavla
öğrenci alınıyordu. Neyse ki kazandık ve başladık müstesna okulumuza.
Yurda
ilk merhaba
Yeni bir şehir, yeni bir hayat, yeni arkadaşlar ve yeni bir ev… Yani yurtla ilk
tanışma. Tabi biraz acılı adana gibi oldu başlangıç aşaması, evden hele de
annesinin dibinden pek ayrılmayan benim gibi ana kuzuları için gariplik ve
yalnızlık çöküyor, ağır geliyor çocuk kalbine. Bir de sulu gözsen birazcık,
çeşmeler sonuna kadar açık foşur foşur. İstisnasız yeni gelenlerin oluşturduğu,
beraber ve solo şarkılar… Minik bir nüansla şarkı yerine ağlama korosu. Ama
hızır acil iş başında. Bir iki dönem önce gelen deneyim sahibi
"yurttaş" ların teselli edici"alışırsın, üzülme, bizler de
önce ağlamıştık bak alıştık " cümleleriyle teskin ediliriz ve hı
demek öyle, geçer öyleyse, alışırım elbet iç sesleri eşliğinde ağlamaların
arası yavaş yavaş açılır. Geceleri gurbetsızısı çöreklenirse içine hazır
karanlıkta kimse görmezken aç muslukları sonuna kadar rahatla, oh! Sonraki
günler hemşeri muhabbeti başlar bu yolla ilk tanışıklıklar, arkadaşlıklar
kurulur ama ilerleyen günlerde aramıza hoş geldin, bütün yurtla kaynaşırsın. Artık
sen de teselli edilenler değil edenler kervanına girmişsindir.
Düzenli
bir hayat
Ne hikmetse okuldakiler yurtta kalanları uzaylı gibi görürler. Artık
gıyabımızda neler konuşuluyorsa, malum her zamanki önyargılar işte. Yurt
öğrencileri olarak diğerlerine nazaran daha mülayim ve uslu pusluyduk. Evleri
yakın olan arkadaşlara misafir olurduk bazen, içimizdeki ev hasretini
giderirdik bir nebze. İzin alabilirsek tabii ki… Rastgele öğle tatilinde veya
çıkışlarda öteye beriye gidemez ‘yurt öğrencisi yassağ bacım’ laf gelir. Zaten
vatandaş tetikte yurt öğrencisini şikâyet etmek için, herhalde bizlere iftira
atınca yaşayamadıkları dinlerinden hınçlarını almış oluyorlar kimbilir.
Yurtta günlük program sabah namazına kalkışla başlar. Mescitte hep birlikte huşu içinde kılınan namazın lezzeti ve o hiç bir yerde duyulmayan manevi kokunun benzerini henüz bulmuş değilim. Namazdan sonra okunan ve kulak aşinalığıyla ezberlenen aşr-ı şerif (la yestevi)… Arkasından hızlıca okula hazırlık, acele etmek gerek, malum her şey sırayla, yoksa kalırsın ayazda. Kahvaltı zamanı akşamdan kalan ekmekler verilirdi genelde, biz henüz sofradayken kasayla gelirdi sıcacık ekmekler ve kokusuna doyum olmazdı ama o kadar… Çoğu zaman yiyemezdik, kurallar malum, çocukların mantığının kabul edemeyeceği kurallar silsilesi.
Paranvarsa bile yurda dışarıdan yiyecek birşeyler getirmek yok, kantindekilerle idare edeceksin, hele kokulu gıdalar asla,katiyen. Tabi ki kurallar niçindir? Yıkmak için, şey yani ara sıra canım. Mesela günlerden bir gün canımız acayip salatalık istemişti. Mevsimi… Mis gibi de kokuyor mübarek. Kaçak yollardan yurda soktuk nevaleyi, fakat yerken ve akabinde etrafa yaydığı rayihadan mütevellid dış mihraklar bizi idareyeihbar etti. Müdire Hanım biraz azarlardı ama severdi bizi sağolsun, bir daha yapmayın çocuklar! Kurallar! Aman yapar mıyız, o korku bize yeter. Sanki esrar kaçakçılığı yapıyoruz, bildiğin salatalık yani.
Bu bize bir ders oldu mu? Iıh olmadı, illegal faaliyetlerimiz zaman ve zemin uygun olduğu müddetçesürdü. Bazı geceler erken yediğimiz için karnımız çok acıkır ve çare düşünürken gizlice mutfağa çıkar, her yer kilitli ne yiyeceğiz filan aranırdık. Alırdık bir dilim ekmeği, sürerdik üstüne salçayı,açlığımızı bastırırdık. Aman Allah'ım ne lezzetli olurdu azizim. Arada canım istiyor aynı tadı yakalar mıyım diye… Deniyorum ama sonuç olumsuz,onun tadı yurttayemekteymiş herhalde.
Nerde kalmıştık,kahvaltı da, sonra koşturmacaservise binip
doğru okula. Okul dönüşü biraz mola, sonra yemek saati ve etüd, sıra yatsı
namazında. Cemaatle, aşk ile eda ediyoruz ve aşr-ı şerifte
amenerresulüyüezber ediyoruz bu sefer unutmamacasına. Hep birlikte
mütalaa var sınıflarda,görevli ablaların çaldığı ve çığırttığızil
sesi eşliğinde. Ve yatış, ışıklar söner, nöbetçi hoca dolaşır tek tek ranzaları
uyumayan var mı diyerek. Hafta içi yorgun düşen bedenimiz uykuya teslim olsa
da, hafta sonu biraz geç saate kalıp, şamata yapmamıza müsaade vardı. Yastık
kavgaları her fırsatta en büyük eğlencemizdi. Boyalı camlarımızda küçük kazılar
yaparak dışarıyı izleme çabamız da bu muzırlıklara dâhil
edilebilir.Müfredat hafiflediğinde gece yarısı operasyonları başlardı.
Yurt uyku sessizliğine gömülmüşken, parmak uçlarında yürüyerek, şaka
kaldıracağını bildiğimiz arkadaşlarımızın yüzlerine minik fırça darbeleri
atmalar, aynalara garip yazılar yazmamuziplikleri, ya da hayalet
oyunları. Kafa dengi hocalarımızdan biri nöbetçiyse eğer, çay sohbetleri
yapardık. Birlikte kitaplar okur, yarışmalar düzenler, oyunlar oynardık.
İlgimizi çeken soruları sorar, dinimizi yeni öğreniyor olmanın verdiği şevkle
bütün merakımızı gidermeye özen gösterirdik. Bazen uygun görülen filmlerden
izlerdik ki, çoğu zaman seçenek fazla olmadığındanmütevellid, tekrar
tekrar izlerdik. Pamuk Prenses'in Türk versiyonfilmini ezberlemiştik. Ve
kraliçe bağırır "diz çök küstah", zalim kadın ne olacak!
Kitapla
ve şiirle tanışma
Yurdumuzun hatırı sayılır bir kütüphanesi vardı, o zamana göre. Beğendiğimiz
kitapları okur, okudukça arkadaşlarımıza tavsiye eder böylece birbirimizden
heves edip okumayı sürdürürdük. İlk okuduğum kitap,Hasan Nail Canat'ın"Yasemen"isimli
kitabıydı, hiç unutmuyorum. Çok beğenmiştim ve onun ardından okuma serüvenim
iştiyakla devam etti. Tabi marşlar, bant tiyatroları her daim dilimizde,
"es rahmet rüzgarı, doğ ey güneş erit taştan adamı, hak yol islam
yazacağız ve fetih marşı"nı haykırmaktan sesimiz kısılırdı adeta. Coşardık
ne güzel, hepimiz bir yürek, bir dava uğruna çarpardı kalbimiz, avaz avaz
inletirdik yurdu.
Hele Kandil geceleri! Özel programlar düzenlerdik, Kur'anlar okur, zikirler
çekerdik. Yurdumuzla ilgilenen hanım teyzeler, muhtelif ikramlarda bulunur,
hediyeleşilirdi. Birbirimizle salavatlaşır, kimileri ağlar, kimileri dua eder
sabaha kadar ama kardeşliğimizi dibine kadar hissederdik. Ya da bir şairi anma
programı düzenlenir,hafızalardan silinmeyecek yer edinen şiirler okuna,
dinlene terennüm edilirdi. Niyeyse ablalar şiirleri bizlere okuturlardı, ilk
sahne heyecanını böylece tecrübe etmiş olurduk. ÖncelikSakarya TürküsüsonraBülbülve
daha sonraZindandan Mehmed'e Mektup... İdarecilerimiz bizi her
yöndengeliştirme çabasındaydılar, topluca tiyatroya, sinemaya ve gezilere
giderdik. İlkizlediğimizsinema elbetteReis Bey'di.İlgiyle
izlemiş ve hüzünlenmiştik. Sonra hayır kermesleritertip eder, tatlı bir
telaşla koşturur dururduk. Sosyal hayata ilk adımı yurt hayatıyla atmış olduk
kısacası. Tatil günlerinde evimize gittiğimizde bile kurulu saat gibi
teheccüte,sabah namazına kalkar, büyüklerimizi şaşırtırdık.
Kurallar
olmadan asla!
Sanki çok düzenli, kurallı bir hayat insanı sıkar gibi görünüyor olabilir lakin
öyle değil. Bizzat tecrübe ettik zira; başıboş, idarecisiz kalınca bir müddet
anladık kuralların kıymetini. Bazı hocalar disiplinliydi çok sıkarlardı olur
olmaz hemen basarlardı ihtarı, biz de sinir olurduk tabi. Hocaya gıcık olmalar,
onlar olmasa, özgür olsak rahat rahat filan diye düşünmeler, tipik öğrenci
psikolojisi yani.Sonra bir dönem idarecisiz kaldık, ehil
olmayanlarhocalık filan yapmaya kalkıştılar, kim kime, dum duma durumları
aman Allah'ım kala kaldık ortalarda. Sudan çıkmış balığa döndük tam manasıyla.
Çok fazla insanları sıkmayan, belli bir düzen ve
kurallarkümesinetabi olmak ne büyük nimetmiş meğer, kaos oluşuyor
zirauyumsuzluk baş gösteriyor. İnsanoğlu işte yok olmadan bilemiyor
varlığın kıymetini.
Arta
kalanlar
Yurdun en güzel yanı
size hayatınız süresince sahip olabileceğiniz dostlar, uzaklarda olsanız bile
birbirinizden kopmayan sıkı bağlarla bağlı olduğunuz ve dualaştığınız dostlar
kazandırması. Her müşkülünüzde rahatça arayabildiğiniz, sesini duymanın bile
yüreğinizi ferahlattığı kadim dostlar. Üzerimize emeği geçen bütün
hocalarımızdan ve bizlere örnek olan ablalarımızdan Allah razı olsun
zirabiraz şuurumuz kaldıysa hala, atılan temelin sağlamlığından
şüphesiz.Hamdolsun sayelerinde epeyce "gerici" olduk.
O yıllarda fark ettiğim bir şey, sanki yurdun değişik bir kokusu olurdu. Okulun ayrı, eve çıkılan yolculuğun, ayrılık sonrası eve dönüşün müstesna bir kokusu. İnsan hani kendi kendine beyninde devir daim eden düşüncelerini bazen ciddiye almaz, saçma gelir sanki taki bu konu hakkında bilirkişi onayı alana dek sürer. Ben de seneler sonra makale okumuştum mekanların üzerine sinen kokularla ilgili… İşte bu dedim, demek ki deli değilim! Böyle bir şey gerçekten var, nedense bu zehaba sık sık kapılıyorum yalan değil. Ama hayatımın en güzel ilklerini tatmaya vesile olan yurdum hayatımın en güzel kokusunu da teneffüs ettiğim mekan, hatta ilk mekan olma ayrıcalığına haiz.
F. Kebire Gündüz Karaaslan "yurttaşlara" selam dedi
http://www.dunyabizim.com/ilgilihaber/6615/kadim-dostluklarin-basladigi-ilk-adres.htmla