Frankfurt Notları (27): Değerli Döviz Kuru ile İhracatta Başarı Mümkün Mü? İsviçre Bunun Mümkün Olabileceğine Dair Dersler İçeriyor

Türkiye’de ihracatın artırılması genellikle "döviz kuru değersizleştikçe ihracatımız yükselsin” anlayışıyla ele alınıyor. Bu yaklaşım, kısa vadede maliyet rekabetini öne çıkarırken, sürdürülebilir rekabet gücünün yapı taşları olan verimlilik, teknoloji düzeyi ve makroekonomik istikrarı göz ardı etme riski taşıyor. Maliye Bakanı Sn. Şimşek de bu çerçevede, "Döviz kuru ihracat performansını bir ölçüde destekleyebilir; ancak uzun vadeli büyüme ve istikrar, üretkenliğin artırılması ile yapısal reformlarla mümkündür” ifadeleriyle, döviz kuru politikasının tek başına mucizevî bir araç olmadığını vurgulamıştı yaptığı bir açıklamada.

Türkiye’de döviz kuru politikaları, 1990’lardan bu yana ihracat performansının en temel araçlarından biri olarak görülmektedir fakat "Kur değersizleştikçe ihracat artar” formülü, kısa vadeli maliyet rekabetini öne çıkarırken; verimlilik, teknoloji seviyesi ve makroekonomik istikrar gibi sürdürülebilir rekabet gücünün temel yapı taşlarını göz ardı etme tehlikesini barındırır.

Geleneksel Paradigma

Türkiye’de, döviz kurunun ihracat üzerindeki etkisi genellikle nominal fiyat avantajı üzerinden tartışılıyor. Liranın hızlı değer kaybı, ihracatçılara kısa vadede mutlak maliyet avantajı sağlıyor gibi görünüyor ancak bu avantaj, ithal girdi bağımlılığı yüksek sektörlerde hızla erozyona uğrayan bir durumun da ortaya çıkmasına neden oluyor. Çünkü girdilerin büyük kısmı dövize endeksli olduğunda, kur artışı üretim maliyetlerini yukarı taşıyor, enflasyon dinamikleri tetikleniyor ve sonuçta reel döviz kuru avantajı daralır. Türkiye defalarca bu "kur–enflasyon kısır döngüsü”nü deneyimlemiş, her kur şokunda ihracatta geçici yükselişlerin ardından enflasyon baskısının geldiği bir döngüye hapsolmuştur. Bu tablo, döviz kuru manevrasının tek başına sürdürülebilir bir rekabet stratejisi olmadığını açıkça göstermektedir.

Doğu Asya "mucizeleri”nin ardında zayıf para birimleri olduğu yaygın bir kanıdır. Şüphesiz Güney Kore’den Çin’e kadar aşırı düşük kur politikaları, imalat süreçlerini hızlıca genişletmelerine katkı sağlamıştır. Ancak altyapı yatırımları ve sermaye serbestisi gibi diğer etmenler de en az döviz kuru kadar belirleyici olmuştur. Kalkınma sürecinde ilerledikçe, para birimi değerlemelerinin rolü azalmakta, kalite ve teknoloji odaklı stratejiler öne çıkmaktadır.

Fatih Özatay Hocanın Eleştirisi

Ekonomi Gazetesi’nde yayınlanan "Her Daim Kur, Faiz ve Enflasyon Konuşmaya Mahkûm Olmak” ve "Peki Çözüm?” başlıklı makalelerinde Sn. Özatay, Türkiye’de döviz kuru–ihracat ilişkisinin sadece nominal kurlara indirgenmesini eleştiriyor. Özatay’a göre, ücret düzeyi ne kadar düşük olursa olsun, üretim sürecinin verimliliği ve teknoloji seviyesi yeterli olmadığında kur avantajı sınırlı kalıyor. Hatta "Mısır veya Bangladeş düzeyinde ücretle” rekabet etmek isteyenlerin fabrikalarını bu ülkelere taşıyabileceklerini söyleyerek, düşük teknoloji ve ölçek dezavantajının altını çiziyor. Özatay, döviz kuru artışlarının hızla enflasyonla beslenen bir kısır döngüye dönüştüğünü; reel kur avantajının kriz deneyimleriyle net biçimde silindiğini de vurguluyor. Ona göre, sürdürülebilir bir ihracat artışı için "ithal girdi kullanımının azaltılması, döviz cinsinden borçların minimuma indirilmesi ve verimliliği artırıcı bütüncül sanayi politikalarının hayata geçirilmesi” hayati önem arzediyor.

Grafiklerin Söylediği

Son beş yıllık dönemde, USD/TRY kuru yaklaşık %475 oranında yükselerek 2020 başlarında 1 USD ≈ 6,8 TRY’den 2025 ortalarında 1 USD ≈ 39,4 TRY’ye ulaşmıştır. Bu dramatik devalüasyon, Türkiye’de ihracatçı firmalara kısa vadede fiyat rekabeti avantajı sağlasa da ithal girdi maliyetlerinin tırmanması ve enflasyon baskısının artması; ayrıca finansal kırılganlığı yükseltmesi nedeniyle reel kur avantajının sürdürülebilirliğini zayıflatmıştır. Bunun aksine USD/CHF kuru aynı dönemde %14,4 oranında gerilemiştir İsviçre’de Frank, dayanıklı bir para birimi olarak ihracat performansına olumsuz yansımamış; düşük dalgalanmalı kur ortamı, yüksek katma değerli üretim stratejisiyle dengelenmiştir.

 

                                    

Bu grafikler, nominal döviz kuru hareketlerinin ihracat hacmi üzerinde geçici etkiler doğurabileceğini, ancak kalıcı rekabet avantajının reel döviz kuru, yerli girdi oranı, teknoloji seviyesi ve makro dayanıklılıkla belirlenmesi gerektiğini göstermektedir.

İsviçre Örneği: Güçlü Döviz Kuruyla Sürdürülebilir Başarı

İsviçre Frangı son yıllarda en fazla değer kazanan paralar ve en istikrarlı para birimleri arasında yer almıştır. Buna rağmen, yüksek katma değerli ürün portföyü, Ar‐Ge odaklı sanayi politikaları ve kalite odaklı üretim yaklaşımı, Frank’ın değer kazanımını ihracat dezavantajına dönüştürmemiştir.

Geleneksel görüş, güçlü bir para biriminin ihracatı rekabet dışı bırakacağı ve dış ticaret dengesini bozacağı yönündedir. Pekçok ülkede sıkça dile getirilen bu iddia, İsviçre örneğinde geçerliliğini yitirmektedir. Zira İsviçre, ihracatını hem milli gelirin yaklaşık %75’i seviyesine taşımış hem de küresel mal ticaretinden aldığı payı %2 civarına çıkarmıştır. Dolayısıyla güçlü para birimi, tek başına dış ticaret performansının düşmanı değildir.

Uluslararası tartışmalar, sıklıkla döviz kuru değerlemelerine aşırı odaklanmaktadır; oysa bir ülkenin rekabet gücünü belirleyen faktörler bütünü, para birimi hareketlerinden çok daha kapsamlıdır. Almanya ve Japonya’nın altın çağlarında olduğu gibi, İsviçre de "Made in Switzerland” markası etrafında inşa ettiği yüksek kalite algısıyla, dünyanın dört bir yanındaki alıcılardan ilgi görmüştür. Kaliteye yönelik bu talep, fiyat rekabetinin ötesinde bir prestij ve itibar inşa etmiştir. Çikolata ve saat gibi geleneksel ürünlerden, ileri düzey ilaç ve kimyasal üretimine kadar uzanan bu çeşitlilik, güçlü para biriminin üretim faaliyetlerini kısıtlamadığını aksine desteklediğini göstermektedir. Üstelik ihracatının yarıdan fazlası "yüksek teknoloji” kategorisindedir; bu oran, ABD’nin iki katına yakındır. Yüksek katma değerli malların daha yüksek fiyatla satılması, İsviçre’nin cari fazla performansını da sürekli kılmıştır.

İsviçre deneyimi, diğer ekonomiler için "döviz kuru değersizleştirmesi” odaklı bir ihracat stratejisinin yanıltıcı olabileceğini; aksine kalite, teknoloji ve verimlilik unsurlarını önceleyerek hem güçlü bir para birimi hem de yüksek rekabet gücü elde edilebileceğini kanıtlamaktadır. Pekçok ülkenin, yalnızca kur politikasına dayanarak istikrarlı ve sürdürülebilir bir ihracat büyümesine ulaşmaya çalışması her zaman mümkün görünmemektedir.

Diğer ülkeler için kolay olmasa da, asıl rekabet alanının "fiyat” değil, "değer” olması önemlidir. Devalüasyon politikası, bazı ülkelerde yerli üreticileri daha ucuz mallar üretmeye iterek ters tepki yaratabilir. Bu bağlamda İsviçre deneyiminden çıkarılacak temel ders, kırılgan üretim sektörlerini "ucuz bir para birimiyle” desteklemekten ziyade, kalite, teknoloji ve verimlilik odaklı dönüşümün teşvik edilmesi gerçeğini anlamadır.

İsviçre örneği başta "güçlü döviz kuru ihracatı baltalar” önermesine meydan okurken, başarı hikâyelerinin altında yatan ortak dinamiklerin kolayca genelleştirilemeyeceğini de öğretir. Her ülkenin

üretim yapısı,

teknoloji düzeyi,

sermaye ve işgücü piyasası koşulları farklıdır; dolayısıyla dış ticaret performansını kalıcı biçimde iyileştirecek reçeteler de tek tip olmayacaktır. Bununla birlikte, başarılı dönüşümlere baktığımızda sıklıkla karşılaştığımız iki temel unsur vardır:

Rekabet stratejilerinin, "kur manipülasyonu” veya "ücret-esnekliği” odaklı dar bakış açılarından çıkarılarak, kalite, teknoloji ve verimlilik eksenine taşınması gerekliliğidir. İsviçre’de üreticilerin yüksek katma değerli ürünlere kayışı, ülkedeki makas değişimini somutlaştırmaktadır. Diğer ülkelerde de benzer bir zihniyet dönüşümü; düşük katma değerli, ithal girdi yoğun üretimden; yüksek teknolojili, yerli değer yaratan sektörlere geçişi hızlandırabilir.

Her ülkenin kendi özgün şartlarını gözeterek değişimlere ve politika kaymalarına yönelik adımlar atması, düşük kur-yüksek ücret ikileminin ötesine geçilmesini sağlayacaktır. Bu sayede döviz kuru seviyesini geçici bir manevra alanı olarak kullanmak yerine, yerli üretimin teknoloji ve verimlilik temelli temeller üzerine oturtulması mümkün hale gelecektir. Böyle bir stratejik dönüşüm, hem kısa vadeli ihracat başarılarının sürdürülebilir olmasını hem de makroekonomik istikrarın güçlenmesini beraberinde getirecektir.

 

Sonuç olarak, geleneksel "zayıf kur = ihracat artışı” yaklaşımı, kısa vadeli fiyat avantajı yaratırken yüksek ithal girdi bağımlılığı, enflasyon–kur kısır döngüsü ve finansal kırılganlık gibi yapısal sorunları derinleştirebilmektedir; oysa İsviçre örneği, güçlü Frank altında bile nitelikli, yüksek katma değerli ürün portföyü, yerli AR-GE yatırımları, güçlü makroekonomik dayanıklılık ile sürdürülebilir ihracat başarısının mümkün olduğunu göstermektedir.

 


Frankfurt Notları
Uzm.Klinik Psk.Gülşah AKÇAY CİVRİZ